05 Nisan 2017

Kitap: Bir Düğün Gecesi (Dar Zamanlar II) (Adalet Ağaoğlu)

Everest Yayınları
3. Basım, Eylül 2016
İlk Yayın: 1979


7 - İntihar etmeyeceksek içelim bari!

25 - Ben de o zaman neden o eski aşk dolu dostluğumuz için yeni bir çaba harcamaktan çekindim? Yüzüne, gözlerine bulaşan bu hüznü neden sevip okşamadım? Kim tuttu beni?

26 - Deftere geçirilerek anımsanan şeylerden bir hayır gelirmiş gibi.

27 - Doğrusu herkes bir şey yapmak peşinde. Herkes tutukevlerine, cezaevlerine, gözaltı yerlerine hiç değilse bir tepsi suböreği, iki sandık portakal götürebilme peşinde. Yitirilen inançların yerine, durum zorluyor diye, acilen yarım yırtık yeni inançlar koyuveriyorsan, utanmamak için, salt utanmamak için, yeni inançlar edinmişsin gibi dönüyorsan ortalıkta, daha çoook utançlar yaşarsın. Yaşayan görecek.

28 - Sen de devgençlere silah bulanlardan olmayıver, kulaklara usuldan usula fısıldamayıver, neyin eksilir?

29 - ...bütün utanma duygularını senin için harcayan korkunç yenge Müjgan...

32 - Deli gibi, mecnun gibi takılıp Ömer'in, Aysel'in ve burda karınca sürüsü gibi çok olan onların kopyaları peşine, sanki ben de gittiğim, oturup kalktığım her yerde "Efendim, bu iktidar çok kötü bir iktidar. Bu adamlar çok rezil adamlar. Çok yanlış işler yapıyorlar ve bile bile yapıyorlar köpekler! Memleketi hiç düşünmüyor, hep kendi çıkarlarını düşünüyorlar. Çoğunluğa yararı olmayacak bir köprüyü, bilmem kaç paralar yedirip elin adamlarına, getirip İstanbul'un tuzu kuruları için, kendi adamları için kuruyorlar!.." demesem olmazdı. Üstelik ben iyi ressamım ya, o günler el üstünde tutuluyorum ya, göz zevkime güven pek yaygın ya, İstanbul'un estetik sorumluluğunu yüklenmek de bana düşer. Sanat ve kültür kolonimiz öyle istediği için estetik konusunda uzmanım ya, konuş artık: Efendim deli bunlar! Köylü olsalar, deli olsalar hadi neyse. Köylü aklıyla getirip güzel İstanbulumuzu çeliğe, halata, betona bulayacaklar karşıdan karşıya... Şu tablomun üstüne bir uçtan bir uca karakalemle sert iki çizgi çizseniz, aynı kalemle bu çizgilerin arasını da cart cart tarasanız neye dönerse bu resim, işte İstanbul da ona dönecek...

35 - Hele benim beni anlamamı hiç istemiyorum.

35 - Meğer nihilist olmak komünist olmaktan da zormuş!

37 - Yok aman yok. Duygulu falan değilim. Bencilim bencil! Defolsunlar başımdan!

38 - ...bu karnıgöğe  debelenen pis yaratıklar sensin, sizsiniz, elinde şeltoksla bu işi beceren de Papa, pardon para!..

43 - Sersemlerin aklına bile gelmez böyle bir şey yapmak. Paracıklarını nerelerde harcarlar bilemem.

46 - Kendimi koyverdim mi, koyvermedim mi? Hep geleceğe dönük mü yüzüm? Yoksa sallanıyor muyum?

48 - Ben bir general vurabilirdim vurmasına da, bunların kahraman kesilmesinden daha kahraman oluveririm diye korktum. Üstelik, bir generali vuracaktıysam da, onlar istedi diye vurmazdım. Ben aslında bütün generalleri, CIA'nın oyununa gelmiş masum generalleri temizlemek isterdim, çünkü Amerikan pazarından sürme aşırırken yakalanıp da, kurtuluşu "Pis kapitalistler!" diye bağırı bağırıvermekte bulan Sevil Hanım gibileri de devrimci kadromuzun içine ithal etmelerini önlemenin tek yolu bu. Ayrıca "Satılık General" diye de bir şarkı var bu yeryüzünde. Yalnız sürme satılmıyor ya Amerikan pazarlarında?

71 - ...ne çok şey öğrendim bu ikisinden ve sonunda hiçbir işe yaratamadım...

72 - Yine de başkalarının kaybı kendininkiler kadar acı vermez kimseye...

72 - Kiminle başbaşa geçirmeliyim bu akşamı?

73 - Şimdi içeri gireceğim. İçerde biri olacak. Adı yok. Artık adının olmasını istemiyorum. Adsız biri. Ama biri. Beni, kendisini gördüğüm için gerçekten sevindirecek biri. Yok. Yoksa yok. Onu ben bulacağım. Koskoca İstanbul. İçinde on yıl, on yıldan fazla zaman geçirdiğim İstanbul. Burda böyle birini mutlak tanıyorum. Böyle biri kesinlikle var, olmaz olur mu?

74 - Doğduğum kenti ve oradakileri hemen hemen hiç düşünmez olduğum, Oktay'ı başımdan defettiğim, Maçka'daki galeride küfrü basıp ardından tokadı yediğim, -ardından yüzümdeki tükürüğü silemediğim- cezaevi kapılarında dayanışmaya koşmaktan caydığım -yani caydırıldığım-, sonra benden kutsal bir görevi yerine getirmem istendi diye, yeniden paçaları sıvadığım -paçaları yeniden sıvadığım için kendime lanetler ettiğim-, "the end"i kondurmak için de kalkıp bir mektupla bezginliğimin bütün yükünü Aysel'in üstüne yükleyerek her şeyden elimi yüzümü yıkadığım zaman; "the end"in altına koskoca bir tura gibi "Her şey hiç. Tek gerçek yalnızlık" imzasını atışım, üç gün sonra, üç ay sonra, ama önünde sonunda biteceği bilinen bir yoksullukmuş.

82 - ...payımıza düşen en küçük birer daireyi, Küçükesat'taki külüstür apartmanın iki dairesini işte, Aysel'le ben -ee mirasa karşıyız ya-, yeni Anayasa özgürlüğünden başımız dönmüş olarak, subaylara yüzme havuzu, kıyı konutu falan yapılsın diye, şanlı ordumuza bağışlamıştık...

83 - Herkes de neler biliyor. Ben dünyadan habersizim canım. Koca alıp bırakmaktan, içmekten, zalimlerden nefret etmekten ve resimlerimi güzel yapmaya çalışmaktan sağı solu görecek halim mi oldu? Özellikle son yıllar... Sahi, bu işler arasında Aysel'e o mektubu yazmak da var. Ne istedim ki Aysel'den? Ha Aysel, ne istedim senden? Neden bu derece yalnız bırakmak istedim kendimi?

84 - Şu dönemdeki en kötü gün bile, dünün o iğrenç sömürgeci şaşaasına yeğdir.

85 - İnsanlar arasında durmadan mikrop gibi yayılan bir hastalığın bulantısı bu. Kuşku ve güvensizlik. (...) Yoklaya yoklaya yaklaşmak herkese. (...) Her gün biraz daha kapanmak. Her gün biraz daha köstebekleşmek, tilkileşmek, böcekleşmek...

87 - Bu kadını buraya Jön Türkler miras bıraktı, başka biri değil.

88 - Aklım karıştı mı, kendime bile küserim ben.

89 - Öyle ya, arada bunlar olmasa kimse bir derdini postayla doğrudan bir örgüte bildiremez, o küçücük kağıtlar da başka bir yolla o büyük örgütün büyük adamlarının eline ulaşamaz değil mi? -Hepsi o eski aşağılık duygularımız, hep!- Onun için bu yozun da yozu, Jön Türk artıkları hep arada olacaklar.

89 - Sen benden daha hepçi ya da hiççisin. Ya da öyleydin. Nasıl oluyor da, bunca sevgisizlik, güvensizlik, bunca hıyarlık ve en iyisinden çocuksu enayilikler ortasında hiçte değilsin? Sorarım elbet. Çünkü benden iyi bilirsin ki, "hep" diye bir şey zaten yok. O zaman nasıl oluyor da "hep"in peşindesin... Sürekli olarak o bütün sevginin, o bütün insanın peşindesin ha?

90 - Senden kurtulmak tümüyle her şeyden kurtulmak olurdu.

90 - Sana olan sevgim de, katır gibi ayaklarının üstünde dikilip duruşuna duyduğum hayranlık da bana yük. Sırtıma koca bir yük sevgin.

95 - Oysa korkum bundan da öncesine dayanıyor. Koskoca yaşında Aysel'deki büyük değişim. Buna tanık olmak. Kişinin önünde, onu kendi yargıcı yapacak bir örnek bulunmamalı.

96 - Gelmezse, beni hiçlikten bile nasıl kuşkuya düşürdüğünü hiç bilmeyecek.

104 - İçte biriktirilen, açığa vurulmayan ilk uzaklık her gün biraz daha aramıza girerken?

106 - O bile bir şeydir. İkisi arası olmanın ötesinde bir şey...

107 - Özgürlük gibi haklılık da görece bir şeydir. Haklılık ya da özgürlük diye tek, bütün zamanlar için geçerli bir şey yoktur...

107 - ...çünkü böyle bir şeyi ben yolboyu gizli gizli, çok gizli, çok belirsiz bir biçimde umdum...

111 - İçin için, genç kızlığında kendi başına yaptığı küçük ihtilallerine Tezel'in hazır konmuş olmasına içerleyerek.

111 - Bir öğrencinle bir kezcik yatıverdin diye kendin de (ahlakçılarımız iki yıl ancak dişlerini sıkabildiler) üniversitedeki kürsünden kovulmazdın üstelik.

112 - Aysel, bütünüyle yabancısı bulunduğu, üstelik hiç hoşlanmadığı bir insanlar dört duvar arasında kalmışçasına şaşkın. Şaşkın ve yıkkın: Demek bu adamcağızın aşkınlık, diye geveleyip durduğu şey, içinde dört yıldır sinsi sinsi besleyip büyüttüğü kocaman bir düşmanlık, uçsuz bucaksız bir kinmiş! Demek açıksözlülüğüme duyduğu saygı bir tuzak. Faşistlerin sosyalist parti kurdurup da, üyelerini bir kepçede toplamayı amaçladıkları türden bir tuzak!

113 - "Bütün ayrıntılarını vermek zorunda değilsin" diye kesmiştim sözünü.

114 - Kesip biçtikleri, ayıklayıp attıkları arasında değilsem, birlikteliğimizin sürmesinden onur duyacağımı söylemiştim ona.

116 - Ama yaşamasını bildikleriyle özümlemiş, öğrenebildiğini insanlığına yedirmiş; kendini sınava çekmeden başkalarını sınamaya kalkmayan, kendini anlatmada gösterdiği acemilikleri bile tam kendisi olan; şimdi bulunduğu yerde sahiciliği belirgin çok ender gençlerden biriydi Engin benim için.

119 - ...geçmişi yalnız kendi gözünde değer taşıyan züğürt baronlar gibi...

126 - Her şeyden birden kopmanın pek kolay olmadığını görüyorsun değil mi Tezel? Bir yere girince, en azından üstüne başına oranın kokusunun sineceğini?

142 - Hüzün gözleri irileştirir, derdi Tezel bir zamanlar. Sevinçse kısar, küçültürmüş; içlerinde ikişer yüzlük ampuller yanıyormuş gibi de parlarmış...

161 - Aynı karından çıktık diye senin çıkarcı suratını görmek zorunda mıyım? Fırsatçı sen de!.. En yakınlarına bile insanca tek yaklaşımın olmadı. Bir bunu öğrenmişsin. En yakınlarına bile boyun eğdirmeyi. Eğmediler mi edepsizleşiyorsun. Herkese her bir biçimde küfredebilirim sanıyorsun. Buraya seninle sarmaş dolaş olmaya gelmediğimi biliyorsun ya, ondan deliriyorsun. Yaptıklarınıüstelik bir de onaylamalıyız ki için rahat olsun değil mi? Onaylamıyorum işte! Onaylamadığımı biliyorsun. Yarın çok sıkışırsanız askerin silahını bile satın alırsınız siz. Her şeyi satın almaya bir kez alışınca, bu memleket sahipsiz, tapusuz bir toprak parçası çünkü, bir kez el koymaya başlayınca askeri de alırsınız ve namluların ucunu öz kardeşlerinize bile çevirirsiniz! Sen de bat, anama verdiğin şu sofra da yerin dibine batsın! İçimi katılaştırdın, durmadan körükledin beni. Suç bende değil, anlaşıldı mı?!

170 - Burada yapılacak bir şey kalmadı. Sen yapılabilecek her şeyi yaptın. Derslerde karşıma geçip "Ooo, maşallah hocam, bakıyoruz Küba'nın ekonomisini de eleştiriyorsunuz artık. Sonra da sosyalist geçiniyorsunuz" dedin.

183 - Sizse bize, "Yarın bu düzen değişince, ülkenin yine ekonomistlere, mühendislere, mimarlara, yargıçlara gereksinimi olacak. Ama siz bu alanları size karşı olanların eline bırakmak niyetindesiniz. Gerçekçi bir tutum değil bu" derdiniz.

185 - Benim üniversitedeki yaşamım, küçüklü büyüklü bir grup arkadaşla oluşturulmuş yeni bir aileydi sanki.

187 - Biz, aramıza en çok polis sızmış kuşağız ya hocam...

197 - Evet, şaşacaksınız, ben de şaşmıştım; düşmanlarla dolu bir yolda tek dost yüz, yoksunluklarla dolu bir yaşamda tek zenginlik anımsanınca böyle olunur ancak.

198 - Bunca yıl iğneyle kuyu kaza kaza edinilmiş bir kişiliği yok mu sayacağız? Bu tür çabaları küçümsersen, kendi çabalarını da küçümsemen gerekir, çünkü seni de küçümseyecekler çıkar gelir günün birinde. 

199 - Neden sevdalanmıştır? Kendi çevrenden biri olsa, bunu sormak aklından bile geçmez, değil mi? Böyle bir soru sorulmaz.

199 - Şimdi yoksul kızlar için altı arabalı, altın çakmaklı delikanlılar gözde ve genellikle altı arabalı, altın çakmaklı kızlar için yoksul, devrimci gençler.

200 - Utanılacak olan sevdalanmak değil be oğlum. Utanılacak olan, her şey için savaşan birinin, söz sevdaya geldi mi, orda savaşmaya yan çizmesi. 

201 - Bende pırıltının, kendini açığa vurmuş pırıltının nebzesi yoktu. İçin için yanan, dile gelmemiş, dumanını bile kendinden saklayan bir sevda.

202 - Kaş çatmanın, insanlığı geri itmenin gereği yok. Ne yaparsan yap, insan gibi yap. Ne yaparsan yap, kendinden kaçmadan yap. Yalnız başka güçlüklerden değil, kendi güçlüklerinden de kaçmadan yap. Devrimse de, sevdaysa da. Birini iyi yapan, ötekini de iyi yapar zaten.

203 - O zamanlar bu sözünüze karşı dururken, şimdi bu sözünüzdeki doğruluğa sığınmayı uygun buluyorum. 

207 - Çünkü Tuncer yeterince pişkinleşememiş daha. Kendi kendinin savcısı olmaktan bütünüyle kurtulamamış.

208 - Ayrıca bunlar, vezir atının bakışını bile kaçırmazlar. Attan da gelse bir selamdır. Bir gün işe yarayabilir.

212 - İçerken yiyemem!

219 - Böylece hüznünü çağdaş bir örtüye sarıyor. -Nicedir hüzün ve acı ne denli büyük olursa, o denli çok gülünüyor...

237 - Bir kez daha onun, bana açık olduğu denli, benim ona açık olmayı göze alamadığımı.

238 - Elbirliğiyle kurbanımızı verdik. Şimdi duası okunuyor. 

240 - Tutup Tezel'in yeniden ve çok fazla titremeye başlayan elini öpüyorum. Bunu neden yaptığımı bilmiyorum. "Şimdi bu eli ne yapayım Ömer? Naftalinleyip anılarımın arasına mı katayım? Bak, şurdan bir kadeh içki kapıp gelmezsen, öyle yapacağım. Büyük profesörümüz, çok duygulandığı bir anda, tutup şu elimi derin bir saygıyla öpüverdi, diye yıllar boyu anlatıp gezeceğim. Beni önemsedi biliyor musunuz, önemsedi beni, diye övünüp duracağım..." "Seni severim Tezel, bilirsin."
"Yok, sen yalnız Aysel'i, bir de, hangi adreste oturduğunu pek bilmediğin halkını seversin."

245 - Şimdi aramızda iyi bir formül bulduk mamafih. Bize verilen yiyeceklerin en byenilebilir gibi olanlarını birleştiriyoruz, bunları Tommy yiyor. Kalanları da birleştiriyoruz, ben yiyorum. Böylelikle Tommy de biraz kuvvet kazanmaya başladı.

258 - Ercan'ın alınganlık huyu yok, belli. Kendi yerine iyice yerleşmiş bir delikanlı bu.

258 - "Kız, Tezel deyip durma. Hala, desene!.." diye sarılıveriyor Tezel de ona."Ben senin düğününde bulunmak için daha nelere kıydım. Kesin alınmış ne kararlarımı altüst ettim Ayşenim. Bir lokma içkinin lafı mı olur?"

261 - Yirmi iki yaş, her zaman en son dakikada birinin ortaya çıkacağını, kendisini güneşli güzel günlere doğru çekip götüreceğini umabilir. Böyle bir son dakikanın ürperişlerini gelecek güneşsiz günlerde de aynı güçle yeniden yeniden duyacağını sanabilir. Kırk beşini geçmiş bir akıl adamı ise, o aklı başına toplamak zorunda.

262 - Ayşen, yüzüne yapay mutluluk çizgilerini taşıyan maskeyi oturtuyor.

264 - Öğlesonu uyanabilir, benimle konuşabilirdin. Hatta "Ayşen ararsa uyandır anne" diyebilirdin. Sen, bir yığın uzak insan arasında yaşamını nasıl sürdürüyorsun, bana anlatabilirdin. Beni elimden tutabilirdin. Kimse tutmayınca, bak işte şimdi, beyaz dantel eldivenli ellerimden biri Ercan'ın elinde. 

275 - Annemi anlamak üzere ana olmaya hazırlanıyorum. Çocuklarını anlamak üzere bunlar hiçbir şeye hazırlanmamışken...

286 - O gün, gidecek hiçbir yerim yokmuş ki... Bunu bildim. Kimseye gerekmediğimi. Bana, dilediğim hiçbir köşede yer olmadığını. 

299 - Gittikçe yalnızlaşıyorum. Ercan yenebilir beni.

300 - Birini seven biri var mı acaba bu kentte?

300 - .. beni sevmiyordun. Bana acıyordun. Beni yetiştirmenin gurunu seviyordun. 

301 - Yine de nasıl oluyor, bütün bu yazılanlar, ezberlediklerim, evimde öğrendiklerimden, bu düzenden duyduğum nefretten daha öfkeli kılamıyor beni? Acaba halk, uzağımızdakiler, işçiler, öğrendikleri zaman nefreti, öğrendikleri zaman öfkeyi; devrilesi bir düzeni nerden öğreniyorlar? Bu kitaplardan mı? Benim gibi, bir merhabasızlıktan, bir sevgisizlikten, bir bakıştan, baskıdan ve açlıktan mı yoksa? Açlık. Şimdi soruyorum: Kim daha aç? Hangisi daha öldürücü? Bunu arkadaşlarıma söyleyemem. Onlara böyle bir açlığın sözünü edemem.

312 - O gün Zehra'yı annemden, Uğur'u babamdan ayırabilmek için çok güçlük çekmiştim.

325 - Ömer Abi'ye bakıyor, öğütleri yine kendine. Ne savaşkan kadın!.. Başkalarından önce kendini denetlemekten yorulmayan bir kadın. Ömer Abi'ye karşı yakınlığı, dostluğu, aşkı, evet belki aşkı bile terliklerini giyip oturmuyor kanımca. Bunca yıl sonra... Yıllar sonra bile, o birlikteliğin ayaklarını uzatıp yorgun oturmasına boyun eğmiyor. Benim algıladığım bu. Asıl öğrenmem gereken bir şeyi en son, artık işe yaramayacağı bir zamanda öğrenmem iyice yoruyor beni. Ömer Abi'ye bakıyorum. Hiç tanık olmadığım bir yorgunlukta, bezginlikte, "Peki Aysel, peki. Hadi sen gecikme artık. Biz Ayşen'le otururuz" diyor.

326 - Halamla Ömer Abi'nin artık ne tümüyle birlikte, ne tümüyle ayrı olamayacaklarını, işte buna benzer bir şeyi, nedenini bilmeden algılamam... Beni asıl yaşlandıran bu.

331 - Bizi, bir mantar hastalığıyla da olsa, birbirimizden ayrı kılmaya özen gösterenlere karşı aynılaşmalıyız.

332 - "Benimle kim ilgilendi? Kim elimden tuttu çocukluğumda?" Eh ne yapalım, herkes senin gibi katır diretkenliğinde olamaz...

334 - Çalışarak mutlu oluyormuş! Yardımsevici karılar derneğinin kılık değiştirmiş yeni bir üyesi bu Aysel artık. Nerden buluyor bu işleri, o mutlu olma yollarını? Neden intihar etmiyor?

337 - Şu Aysel'i de gerçekten çıldırtabilsem!

339 - Yüzsüz bir kadın oldu Aysel. Tam duyarlıklı bir anını yakalamışken, Aysel kum tanecikleri gibi avuçlarımın arasından kayıp gitti. Tezel'i özlemiş. Beni değil... "Demek Tezel bile senden daha ileri sevmek konusunda, anladın mı? Bunu söylüyorum ben, anladın mı Aysel? İşitiyor musun? Mantar hastalığım falan da yok. Hiçbir eksiğim, kusurum yok. Seni yitirmekten gayrı hiçbir bokum yok!.."

345 - Kendini bu kadar önemsemeseydin, bu girişten böylesi sıkılmazdın Ömer!..

350 - Bir mors alfabesi söker gibi, titreyen o başın içinden bunları söküp çıkarıyorum.

368 - Tezel, umutsuzluğunun doruğuna çıkmış, oradan aşırı duyarlılığının kurbanı başını sallayıp duruyor. O duyarlılığı alkolle, vurdumduymazlık ve gırgırla örtbas etmeye çalışa çalışa yıprattığı yüzünü buruşturuyor...

369 - Ama Aysel gibi biri, içeri alınmaktan Sevil yüzü suyu hürmetine sorguya götürülmekten gizli bir sevinç duyabiliyorsa, ne yapılır? Ağlanmaz mı? İnsanların bu derece şaşkınlaşmasına, bir direncin böylesi çocuksulaştırılmasına ha, ağlanmaz mı? Başına devlet kuşu -hangi devlet kuşu canım, yiğitlik kuşu- konmuş gibi almış bu işi; apaçık işte. Buna ağlanmaz mı Ömer? Ağlanmazsa, insançekip kurşunu beynine sıkmaz mı?

371 - Ne de olsa dünün bağsız öğrencisi değil. yeni bağlarını ya pekiştirmesi, ya koparması gerekecek; en güç olan da bu. Doktor olmadan, doçent olmadan, Prof. olmadan önce kendisi olmak. O kartvizitleri taşıyan KİŞİ olmak. En çok burda zorlanacak.